Biriktirmek ve Zamanı Durdurmak

Gardroplarımızı, eşyalarımızı düzenlerken bir şeyleri elden çıkarmak bazılarımız için bir rahatlama hissettirirken, bazılarımız için zorlu bir görev olur. Bir kaç yıldır dokunulmamış bir kazakla, dolapta uzun süredir kullanılmadığı için tozlanan tabak çanakla bağlarımızı koparmak kolay gelmez. Bazen de karışık duygular içinde, “Hadi bunu atayım” deriz ama bir parçamız orada kalır gibi olur. Mithat Esmer’i tanımak bizi derinden etkiledi, insanın yaşanmışlıkları ve bağlarıyla olan duygularına dair düşündürdü.

Mithat Esmer (1926-2015)

Mithat Esmer’i, yeğeni Pelin Esmer’in yönetmenliğini yaptığı Koleksiyoncu belgeselinde tanıdık. O kendini tanıtırken, 1926 Antakya’da doğduğunu, ailesinin beklentilerini karşılayarak tıp fakültesini kazandıktan sonra bitiremediğini söylüyor. Ardından kendi istediği alana yönelerek Stanford Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği ve matematik okuyor. Koleksiyonerlik onun için çocukluk dönemlerine dayanıyor ve önünü alamadığı bir çığ gibi büyüyor. İstifçilik kavramı, televizyon programlarına, bazen ana haber bültenlerine bile konu olur. Sanki insanların görüp ibret alması ya da “Aaa ne tuhafmış” demesi için mercek altına alınırlar. Biz buna bir hastalık ya da bozukluk olarak bakmaktan ziyade Mithat Amca’nın hikayesi eşliğinde insan ruhsallığındaki yerini düşünelim.

“Kümeleri olduğu gibi vermek olmaz. Sonradan bir şey lazım olur, pişman olurum.”

Nesneleri biriktirmek ilk bakışta bebek ve Winnicott’un bahsettiği geçiş nesnesi arasındaki tutkulu ilişkiye benzer geliyor. Hemen ardından da kayıp endişesi kavramını çağrıştırıyor bize. Bir şeyin, birinin, özellikle de bir sevgi nesnesinin kaybını tahammül edilemez boyutlarda deneyimlemektense, hiçbir şeyin gözden kaybolmadığı, her şeyin saklanabildiği bir evren inşa etmek çok güvenli hissettirebilir. “Kümeleri olduğu gibi vermek olmaz. Sonradan bir şey lazım olur, pişman olurum.” diyen Mithat Amca’ya bakılırsa, nesne kümelerini evde muhafaza etmek, bir anlamda kayba meydan okumak gibi, hiçbir şey atılmazsa, arkasından üzülecek bir şey de olamazmış gibi. Belki de kaybedilen, bir ‘şey’ değil de, ‘zaman’ın kendisi. Biriktirmek, geçmiş kavramına, geri gelmeyecek olana, kaybedilene, ölene, yok olan her şeye açılan bir savaş. Mithat amca da sanki bunu anlatır gibi, kendi ölümünün ardından mezar taşı istemediğini söylüyor ve ekliyor: “Dünya mezarlarla dolu. Yeter artık. Buna son vermek lazım. Yakmak lazım.” Her şeyi biriktiren Mithat amca, ölülerin biriktirilmesine var gücüyle karşı çıkıyor. Ne de olsa mezarlık demek kaybı görmek demek, ölümü kabul etme mecburiyetinin dayatılması gibi belki de.

2018 yılında yapılan niteliksel bir araştırmada, istifleme davranışı gösteren kişilerin deneyimlerindeki ortak örüntüler incelenmiş. Onların yorumları da nesne (insanın hayatındaki önemli bir öteki kişi) kaybına karşı, nesnelere (eşyalara) yaslanma fikrini destekler nitelikte. Psikanalist Salman Akhtar da benzer bir şekilde bunu nesne açlığı olarak tanımlıyor. Sahip olunan ama kaybedilen bir şeyden ziyade, hiçbir zaman tam anlamıyla sahip olunamamış, doyuma ulaşamamış deneyimlere karşı bir doyum arayışı gibi.

“Güzelim makina, her şeyi sadakatle kaydeder”

Bir diğer ortak kaygı ise zamanı yakalamaya dair. Geçmiş ve gelecek arasında bir süreklilik elde etmek. Zamanın kaydını tutmak, kaçırmamak. Evinin odaları üst üste yüzlerce gazeteyle dolu olan Mithat amca, tarihteki hiçbir günü atlamamayı, yaralanma ve yangın riskini göze alabilecek kadar önemsiyor. Telefon konuşmalarının ses kayıtları, defterlerce not, tarihi ve önemi yazılmış olan her anı, onu zamandan muaf tutuyor adeta. Peki o da tıpkı kayıt cihazı gibi kendi içinde hem iyi, hem kötü nesneleri, anıları, duyguları bir arada taşıyabiliyor olsaydı, geçmişin yığınlarıyla dolu bir eve ihtiyaç duyar mıydı?

Bu ihtiyacı Bion’un tarif ettiği kapsayıcı işlev açısından düşünürsek; geçmişin işlenemeyen parçalarının, bir nevi Bion’un beta elemanları gibi, tutulmaya ve sindirilmeleri için bir ötekine ihtiyaç duyduklarını söyleyebiliriz. Özellikle travmatik olarak deneyimlenen ve duygusal açıdan içine girilemeyip yığın halinde ortada kalan anı kütleleri, ancak kapsayıcı özel bir ötekinin varlığında hazmedilmeye hazır hale, yani alfa elemanına dönüşebilir. (Bion’un alfa ve beta kavramlarının ele alındığı yazımıza buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz). Bunun eksikliğinin bir sonucu olarak, işlenemeyen kayıplarda, yasın işlevleri yerine gelememektedir ve takılı kalmak gibi bir durum söz konusu olur (Freud, 1917). 

Bahsettiğimiz araştırmada katılımcılar sadece anlamlı buldukları ve dondurmak istedikleri anların kaydını tutmuş. Fakat anılar arasında tutulmak istenmeyen zor duyguları barındıran kayıtlara rastlanmamış. Anılar, sanki iyi ve kötü arasında bir bölme (spliting) işlemi yapılmış gibi ayrılmış. İyi ile kötü, hafızada bütün ve homojen bir şekilde varolamıyor, buna bir direnç var. Ama Mithat Amca’ya dönecek olursak, o acı tatlı demeden her birini kayıt altına almış. Böylelikle biriktirme deneyimlerinin biricikliğini, tüm eşya biriktirenler bir örnek olmadığını fark ediyoruz. Mithat amca da iyiyi kötüyü ayırıyor ama kötüyü de gözünün önünde tutmaktan kaçınmıyor. “Sırf çirkinliği için aldım bunu, örnek olsun diye. Çok çirkin bir gözlük, biçimsiz” dediği bir gözlük, “1986 yılı çok ölen var.” diyerek kaydettiği bütün kayıplar, geçirdiği tüm hastalıklar, özel günler… Hepsi orada.

İstifçi mi? Koleksiyoncu mu?

Araştırmadaki katılımcılarda, izlerini gördüğümüz bölme mekanizmasının yanı sıra, ambivalan tutumlar da dikkat çekiyor; iki duygulanım arasında gidip geliyorlar. Kendilerini açmaya, paylaşmaya ve araştırma için bir şeyler vermeye heyecanlı oldukları ama bunu takip eden bir geri adım, tereddüt süreçleri yaşadıkları kaydedilmiş. Şu nokta dikkat çekici, daha önce onlara ilgi gösteren ve röportaj yapan kişileri sadece onlardan alan ama geriye bir şey vermeden giden kişiler olarak deneyimlemişler. Kayba ciddi bir hassasiyetleri olduğunu düşünürsek, araştırma prosedürü içerisinde sorular sorulmasının ve bilgilerin analiz edilmesinin aynı nüfuz ediciliği çağrıştırdığı söylenebilir. 

Benzer bir iki uçluluk (ikircikli duygular) kendilerine bakış açılarında da hakim. Bir yandan insanların onlara bakışıyla ilgili utanç varken, diğer yandan da çevreleri tarafından fark edilemeyen değerli bir yanları olduğunu hissediyorlar. Kimisi bu istifleme işlemlerinin bir tamir etme ve geri dönüşümle yeniden kazanma başarısı olduğunu söylüyor, kimisi de kendini tasarım, yaratıcılık yönlerinden hünerli buluyor. Fakat erken çocukluk anılarında hepsi ebeveynleri tarafından yetersiz görüldüklerini hisseden, potansiyeli görülmeyen, keşfedilmeyen çocuklar. Yine Mithat amca’ya bir bakış atacak olursak, onun kendisini tarifinde de hep koleksiyonculuğa vurgu var, istifçi değil, koleksiyoncu; daha değerli bir iş. Çevresinden gelen ısrarlarla gazete ve ansiklopedilerinin bir kısmını elden çıkartmayı düşünen Mithat Amca, “Vereceğim yer onlara gazete muamelesi yapmalı. Farklı bir amaçla kullanacak olurlarsa ‘recycling’ veya ambalaj yapmak gibi, bu bana çok sıkıntı verir; bu benim için çok antipatik” diyor. Eşyaların, onun biçtiği değerden başka bir amaçla kullanılması narsistik bir kırılmaya sebep olabilirmiş gibi. Bu yüzden kitap ve dergi koleksiyonunun büyük bir kısmını üniversite kütüphanesine bağışlamış. Hatta kütüphaneye ismi verilmiş ve böylelikle Mithat Amca geleceğe taşınır ve bilinir olabilmiş.

Not 1: Bu yazıyı oluşturma sürecindeki deneyimlerimde, içerikle bağlantılı yansımalar bulunduğunu söylemeliyim. Farklı kaynaklardan malzemeleri biriktirdim, sakladım; Mithat Amca’yı izledikten sonra, bir süre düşünceleri, duyguları biriktirip sindirmeyi bekler gibi onu zihnimizde tuttuğumu fark ettim. Yine de kadarı sindirildi bilinmez ama yazıyı okuyan ve bir öteki olarak katkısını eksik etmeyen Uzm. Psk. İrem Akın’a teşekkür ederim.

Not 2: ‘Koleksiyoncu’ belgeselinin ardından yine yeğen Pelin Esmer’in çektiği bir de film mevcut. “11’e 10 Kala” filminde Mithat Esmer neredeyse bire bir kendini canlandırıyor ve bize gerçekçi bir apartman hikayesi sunuyor. Konuya merak duyanlar inceleyebilirler.

Uzm. Psk. Duygu Karaer

Akhtar, S. (2019). Hoarding: A Multifactorial Understanding. Int. J. Appl. Psychoanal. Stud., 16(3):145-159.

Brien, C. O’Connor, J. Russell-Carroll, D. (2018). “Meaningless Carrying-On”: A Psychoanalytically-Oriented Qualitative Study of Compulsive Hoarding. Psychoanal. Psychol., 35(2):270-279.

Freud, S. (1917). Mourning and Melancholia. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, 237-258.