Sınır kelimesi TDK’da iki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut; bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç; bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst yer, limit gibi açıklamalarla tanımlanmıştır.
Toplumumuzda sınır kavramı biraz daha mesafe, soğukluk ya da uzaklık gibi daha olumsuz anlamlara gelmeye meyilli bir kapıya çıkıyor. Peki gerçekten öyle mi? Belki de işlevsel birçok yönü de vardır…
Biraz daha sınır kavramını keşfetmeye çalışalım. Örneğin, iki ülke arasındaki sınır iki ayrı ülkede farklı kuralların, yasaların, kültürlerin ve bağımsızlığın yaşanmasına olanak sağlar. Bir apartmandaki sınırlar, yani katlar ve kapılar her bir ailenin kendi evini kurması için gereklidir.. Evlerdeki duvarlar ve kapılar ise her bir bireyin kendi mahremiyetini ve alanını yaratmasına olanak sağlar. Kişiler bu alanlarda rahatça giyinebilir, soyunabilir, uyuyabilir, telefonla konuşabilir, cinsellik yaşayabilir, üzülebilir, sevinebilir, kısacası ‘yaşayabilir’. Sınır koymak aslında o kadar olumsuz bir kavram değil sanki?

Biraz daha bireysel bir yerden baktığımızda kişisel/benlik sınırlarımızdan bahsedebiliriz. Bu kişisel sınırlar benliğimizi ötekilerden ve dış dünyadan ayırmak, en azından görünmeyen bir çizgi çekmek için elimizde olan bir kaynaktır. Hatta dünyadaki varlığımızın ilk başladığı anne karnı deneyiminde bile bir sınır ile varoluruz. İçinde büyüdüğümüz kese beslenmemiz, korunmamız ve büyümemiz için bize olanak sağlar. Kişisel sınırlar olarak bahsedilen çok katı sınırlar değildir aslında; tıpkı çok şeffaf da olmaması gerektiği gibi. Sınırların katı olduğu durumda ne içeri giriş vardır ne de dışarıdan alma şansı. Böyle olunca birey dış dünya ile iletişimde kopukluk yaşayabilir, paylaşımlar azalabilir, ruhsal olarak beslenemeyebilir ve yalnızlaşabilir. Sınırların çok zayıf olduğu durumda ise içeride ne varsa dışarı, dışarıda ne varsa içeriye çok rahat girebilir. Eleştiriler, yargılamalar, suçlamalar, yükler, sorumluluklar, beklentiler… Böyle bir durumda ise ben ile öteki arasındaki sınır iyice buharlaşmıştır, benlik zarar görmektedir.
Sınırların en önemli işlevi kendimizi korumak, güvende hissetmek, iyi gelenlerin içeri girmesini, zarar verenlerin ise uzaklaşmasını sağlamaktır. Sınırlılıklarımızı ve yapabilirliklerimizi görerek kendimizi keşfedip, üretmemiz için alan sağlarız. Virginia Wolf’un da Kendine Ait Bir Oda kitabında bahsettiği gibi kişinin kendini gerçekleştirebilmesi, düşünebilmesi, özgür olabilmesi, yazabilmesi ve üretebilmesi için kendine ait ve sınırları olan bir odaya -alana-ihtiyaç vardır.
Klinik Psikolog İrem Semerci
Bilgi ve randevu için:
https://www.monagelisim.com/uzman-ekibimiz/irem-semerci/