Melanie Klein: Bebek Ruhsallığına Farklı Bir Bakış

Daha önceki yazılarımızda Anna Freud’dan ve onunla Melanie Klein arasında geçen çatışmalarından bahsetmiştik. Bu sefer ise Melanie Klein’ın görüşlerine ve teorilerine bir zihin kapısı açalım.

Melanie Klein psikanaliz camiasına oldukça yaratıcı -bazılarına göre uçuk ya da anlaşılması zor gelen- fikirleriyle önemli katkı sağladı. Yer yer karanlık olabilen fikirleri, bebeklikten itibaren insan ruhsallığı çok daha iyi anlamamızı sağladı.Temellerini attığı “Nesne İlişkileri Ekolü”, Freud’un haz ilkesine ek olarak, bize hazzı sağlayan nesnelerle, nesne derken aynı zamanda insanlarla, kurduğumuz ilişkinin temellerine odaklanır ve onların içimizdeki temsillerinin, şekillenen ilişki dinamiklerimizin nasıl yetişkinlik hayatına uzandığını ortaya koyar. Örneğin, yetişkinlikte yaşadığımız sorunları anlamaya çalışırken, bebeklikte annemizle ilişkimize, mamayla kurduğumuz ilişkiye, bunların bizdeki içselleştirilmiş hallerine bakmak gibi.

Hepimizin bildiği gibi, bebekler dünyayı biz yetişkinlerin algıladığımız gibi algılamazlar. Bebeklerin içinde yaşadığı alternatif gerçekliği ve bu süreçteki ruhsal dünyalarını Klein’ın kavramlarıyla daha iyi anlayabiliriz. Klein’a göre, henüz dünyadaki ilk aylarında bir bebek için “anne” kavramı yalnızca “meme”den ya da “mama”dan ibaret diyebiliriz. Karnını doyuran ve o dönemde en önemli haz kaynağı olan memenin kontrolünün kendisinde olmaması, neden olduğunu bilmediği bir şekilde bazen gelip bazen kaybolması ise, bebek için acı verici bir durum. Annenin ve mamanın ona gelmesi ne kadar rahatlatıcı, doyurucu, sevgi dolu ve şükran hissi uyandıran  bir deneyimse, yokluğu/kaybı da açlık, öfke, korku, haset ve intikam duygularını uyandırıyor.

Klein’ın önemli kavramlarından biri olan “paranoid-şizoid dönem”de, bebek tüm bu olumsuz duygularla baş edebilmek ve iyi anneye sahip olabilmek için, zihninde bu iki deneyimi “iyi meme” ve “kötü meme” olarak ayrıştırır. Kötü memeye yönelik yıkıcı hisler duyarken (onu ısırmak, parçalamak, yok etmek gibi), iyi memeyi de tersi şekilde yüceltir. Nesneleri bölme (splitting)  mekanizmasıyla salt “iyi” ve salt “kötü” olarak ayrıştırdığında, tamamen iyi bir anneye sahip olabilir ve tüm ruhsal gerilimlerini bir süreliğine rahatlatır.

Sağlıklı gelişimde bir süre sonra bu ayrışma ortadan kalkar ve bebek tamamen iyi ya da tamamen kötü diye birşey olmadığını, ikisinin de aslında annesine ait olduğunu, annesinin hem pozitif hem negatif yanları olduğunu, zaman zaman yoksunluk, korku hissettirdiğini, zaman zaman ise zevk, hoş deneyimler yaşamasına vesile olduğunu kabullenmeye başlar. Birine karşı bölme mekanizmasına başvurmadan ambivalan (ikircikli) hisler taşıyabilmek, duygusal olgunluğun aşamalarından biridir.

Tabii bu gerçeği kabullenmek büyük bir yük getirir. Tüm olayları salt iyi ve salt kötü diye ayırmaktan, anneyi tamamen iyi bir melek ya da hayattaki tüm zorlukların sebebi olarak hayal etmekten, çok daha karmaşıklaşır ve kirli hale gelir. Hem annedeki hem kendi içindeki kötü yanla tanışmak, bazı korkuları da beraberinde getirir. Bebeklerin içinden geçtiği bu ikinci sürece ise “depresif dönem” adını verir. Hem bir aydınlanma hem de melankolik duygulanımlar yaşayıp, yetişkin dünyası hakkında daha bilge bir hale gelinen bu dönemin en önemli sorunsalı “kayıp endişesi”dir. Artık daha gerçekçi olarak algılanan dünyada, anne mükemmel değildir, hep dışarıda bırakmaya çalıştığımız kötülük, yıkıcılık bizim de içimizdedir ve bunlar yüzünden anneyi kaybetme ihtimalimiz, büyük bir endişeye sebep olur.

Klein, hepimizin bu dönemlerden geçtiğini, fakat farklı şekillerde atlattığımızı, bu dönemlerle ilgili sorunsalların yetişkinlikte hepimiz için farklı seviyelerde devam ettiğini söyler. Örneğin, paranoid-şizoid dönemle ilgili sorunsallar kendini, en ufak bir ikircikliği bile kaldıramamak, bu yüzden nesneleri ya çok sevip ya nefret etmek, insanları ya aşırı idealize etmek ya da günah keçisi ilan etmek, ilişkilerde karşısındaki kişiyi tamamen iyi görmek isteyip ilk yokluk deneyiminde ise o kişiye karşı tüm olumlu hisleri kaybetmek olarak ortaya çıkabilir. Ya da depresif pozisyonun izleri, en ufak bir kayba dahi dayanamamak, hayatını sevdiklerini kaybetme korkusu üzerine şekillendirmek, öfke duygusunun tolere edilemeyeceğine inanıp kendini ortaya koyamamak ve çatışmalardan kaçınmak şeklinde gözükebilir.

Uzm. Psk. İrem Akın

_________________________________________________

Klein, M. (2008). Sevgi, Suçluluk ve Onarım. Kanat Kitap.

Klein, M. (2011). Haset ve Şükran. Metis Yayınları.