Yeme Bozuklukları, Kendilik, Beden Algısı

Duygusal yeme, anoreksiya, bulimiya gibi kavramlar toplumda nisbeten aşina olunan ruhsal sıkıntılar. “Ne yedim, ne kadar yedim, nasıl yedim, kilo mu aldım, kilo mu verdim, öteki ne yiyor, öteki kaç kilo, boyu kaç?” gibi uzayıp gidebilecek ve hiçbir dönem gündemdeki yerini yitirmeyen bir sorular listemiz hep var. Bu sadece bizim toplulumuzda değil, elbette dünyada da bir ‘mesele’. Özellikle bedenin ve tüketilen her şeyin Instagram’da çokça sergilenir hale gelmesiyle daha da yer kaplar oldu sanki. Veya gözle görülür, söze dökülür oldu diyelim.

Mesela ortoreksiya gibi (ilk olarak 1998’de kullanılmış olmasına rağmen) yeni bir ‘bozukluğumuz’ oldu. Bozukluk olarak adlandırıp kategorize etmek bir kenara, her şeyden önce anlamaya gayret etmek daha önemli gelse de bu yeni kelimeyi biraz tanımlamak işimize yarayacak gibi.

Bu çatı altına giren tutumlardan bazıları şu şekilde:

?Besinlerin içerik ve besin değerlerini kontrol etmeden yiyememek.

?İçeriklerin sağlıklı olması konusunda sürekli bir endişe duymak.

?Kendine göre ’güvenli ve sağlıklı’ yiyecekler bulamadığında ciddi bir sıkıntı, korku kaygı hissetmek.

?Büyük besin gruplarının çoğunluğunu tamamen hayatından çıkartmak (aynı anda şeker, karbonhidrat, et gibi birçok besini tümüyle kesmek).

?Başkalarının yediklerine de aynı bakımdan ilgi duymak. Günümüz yeme trendleri, sağlıklı meyveler ve rengarenk ‘süper besinler’ (chia, çeşitli yulaflar, orman meyveleri gibi) içeren bir kase, Instagram’daki beğeni kriterlerine göre oldukça ilgi çekici.

?Gelecek öğünlerde ne yiyebileceğine kafa yormak.

?Ve kişinin bütün bunları, beden algısıyla ilgili endişe duysa da duymasa da yapmaya devam etmesi.

Beden algısı dediğimiz kavram aslında tüm kendilik sistemimiz içinde bir kısmı temsil ediyor. Kendilik, genel olarak, ‘Ben kimim?’ sorusuna verilen yanıt. Kişinin kendine baktığında ne gördüğü, nasıl gördüğü ve ötekilerin gözünden nasıl göründüğü gibi sorular onu takip ediyor. Beden algısı da bu sorulara tabi tutulan alanlardan biri. Bedenle ilgili deneyimin, erken dönemlerden itibaren şekillendiğini unutmayalım.

Klasik psikanalitik görüşe göre, ben (ego), bedensel duyumlardan türer. Çocuk, bedeni üzerinden deneyimlediği duyumlar sayesinde kendi bedeni ve dış dünyayı ayırt etmeye başlar.

Benliğin gelişimi üzerine çalışan birçok kuramcının ortak görüşü de, bireyin tek başına incelenmekten ziyade, çevreyle etkileşimler ve kişilerarası ilişkiler ve bakımverenlerin ona sunduğu/sunamadığı şartlar bağlamında incelenmesi gerektiğidir. Bireyin hayatında ’significant other’ (önemli öteki) denilen ilk sevgili, ilk bakımveren, çoğunlukla annedir. Onun bebeğin yüzüne bakışı, ifadesi ve mimikleri kendiliğin gelişiminde yapı taşıdır. Kendisini anneyle ile kendini yekpare bir yapı olarak deneyimlediği ilk bir kaç aylık dönemden sonra, bebek kendi bedeninin bölümlerini de önce ayrı ayrı keşfeder, sonra el, yüz, ayak gibi unsurların kendisine ait olduğunu duyumsamaya başlar ve böylelikle eklenen her bir parçayla birlikte beden algısının bütünlüğü oluşur. Bu yönden bakınca, sosyal medya gibi her daim ‘öteki’ni gördüğümüz ve öteki tarafından görüldüğümüz bir mecrada beden algımızın etkilenmemesi mümkün değil.

Madalyonun diğer yüzünde ise ruhsallıkta bugün elimizde tuttuğumuz iplerin bir ucunun gittiği yerin her daim erken çocukluk olduğu gerçeği. Yeme bozukluklarını sıklıkla medyanın hissettirdiği toplumsal baskı ve ideal beden algısına yönelik şartlandırmalarıyla açıklarız, bunlarla gerekçelendiririz. Etkisi olduğu muhakkak, ancak bir de iç dünyamıza bakacak olursak neler buluruz? Bir de bu persperktiften düşünmeye ne dersiniz? Yeme bozuklukları serisinin devamında görüşmek üzere…

Uzm. Psk. Duygu Karaer

“Öteki bana bakıyor ve varlığımın, benim kim olduğumun sırrını tutuyor.” J.P. Sartre