
Psikanalizi toplumları anlamak üzere etkin bir araç olarak kullanan ve bu alanda araştırmalarıyla uluslararası bir başarıya sahip, öncü bilim insanımız Vamık Volkan, dün KORDEP işbirliğiyle bir canlı yayına katıldı. Yine bizi yeni ufuklara ve düşünmeye sevk etti. Bugünlerde konuşulan her şey pandemiyle alakalı, birbirine benzer gibi görünse de, Volkan’ın bu durumu yaşayışını kendi ağzından dinlemek ve belki de bir özdeşlik bulabilmek çok değerliydi. Örneğin, haftalardır yorumladığımız regresyon, inkar, kaygı gibi kavramları onun “bile” yaşadığını duymak gibi…
Elbette hepimiz insanız ve zorlu duyguları kendimize has biçimlerde deneyimliyoruz, fakat söze dökmek ve ilişki içinde bu deneyimleri paylaşabilmek bireyler arası ortak bir alan oluşturuyor, orada birbirimizi tutuyoruz, kolluyoruz adeta. Bir de yayın devam ederken saat tam 21.00’de 23 Nisan kutlamaları için bir ara verip tek bir vücut gibi balkonlara çıktığımızda eminiz herkes tarifi zor duygular hissetti.
Bu yayından bazı satır başlarıyla Vamık Volkan’ın zihin kapısını da şöyle bir aralayalım. Uluslararası siyasi politikaları psikanalitik terimlerin ışığında anlamaya çalışan Volkan, birlik, barış gibi kavramları düşünürken tüm dünya uluslarının bir olabileceği bir fantazisi olduğundan söz etti: “Marstan yaratıklar gelse ve tüm dünyayı tehdit etse, insanlar kenetlenir, bu düşmana karşı savaşır derdim. Şimdi benzer şekilde bu virüs geldi, her yeri sardı. Ama ilk yapılan şey herkesin kendi içine dönmesi oldu. Ve sonuç, tüm dünyanın bir olması değil, sınırların kapatılması oldu. Bunu fena bir şey olarak söylemiyorum, bu gerçek bir şey. Kendimizi virüsten korumak istiyoruz. Sadece milletler arası değil, ülke içinde de böyle. Ama aynı zamanda çok enteresandır ki, bu psikolojik sınırlarda delikler (aralıklar) açıldı.” dedi. Evet, çok uzun zamandır görüşmediğimiz konuşmadığımız kişilerden telefonlar, mesajlar ve belki de normalden daha yoğun bir sosyal etkileşim, bizi sınırların arasında tüneller oluşturdu. Volkan’ın da ifade ettiği gibi bu deliklere cevap vermek insan için iyi bir şey. İyileştiriyor bizi. Çünkü korku var, ve korkuya ilk reaksiyonumuz sosyal bir yanıt oldu.
Pandemiye bir diğer tepkimiz olan inkarı kendi yaşadığı haliyle ele alarak devam eden Volkan, Mart’ın ilk haftası davetli olduğu bir yurtdışı etkinliğine gittiğini, orada bir sürü insanla iç içe bulunduğunu anlattı: “Virüsün korkutuculuğunu inkar ettim. Aklıma gelmedi. Dönüşte, aktarma için havaalanında beklerken ansızın inkarımı kaybettim. Kaygıyla, 14 gün öksürüp öksürmeyeceğimi bekledim.” Ne kadar da tanıdık değil mi? İtalya’da, İngiltere’de, ülkemiz dahil tüm dünyada ilk devreye giren bir inkar mekanizmasıydı. Böylece kaldıramayacağımız bir yükte olduğunu hissettiğimiz korkulardan, kaygıdan korunduk. O an için bu duygular bize değemedi. Ta ki gerçeklik daha sert bir şekilde göz önüne serilinceye kadar.
Gelelim regresyona… Zorlantılı durumların içindeyken ruhsal olarak daha önceki bir gelişimsel evreye gerilemek, insani bir savunma mekanizması. Volkan konuşmasında bu kavramı rüyalar yoluyla ele aldı: “Birçok kişinin rüyasında su var. Anne karnını hatırlıyor, oraya dair bir şey gibi.” dedi. Düşündük ki bu oldukça anlamlı, anne karnı insanın şu an bulunabileceği en güvenli, en sıcak yer. Plasenta içindeki sudayken bebek kapsanıyor, besleniyor, dış dünyanın tüm tehlikelerinden uzak. Ama bir kere doğunca geri dönüşü yok, orayı kaybediyoruz. Volkan’ın da değindiği gibi, pandemi bize kayıpları hatırlatıyor. Her anlamda. Hastalıktan ölen insanlar, iş kaybı, para kaybı, bağların kaybı. Kayıp, kayıp, kayıp… Ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Ama kayıplar psikolojisinin üzerinde durmamız şart.
Onu dinlerken “Kaybolan şey karşısında önce bir keder devrinden geçeriz, “ben yas tutmam” diyene inanmayın, bu bir şekilde olur. Başınızı duvara vurursunuz, duvar açılsa da içine girsem o kaybettiğimi bulsam diye. Bazen iki hafta bazen yıllarca keder içinde kalan insanlar var… Kederden sonra yas başlar.” şeklinde bir keder ve yas tarifi duyduk ve düşündük… Geçirdiğimiz bugünler belki bize eski zamanlarımızın kayıplarını da hissettiriyor. Kaybettiğimiz kişiler, elimizden kayıp gittiğini hissettiğimiz fırsatlar ve geri gelmeyen zamanlar, çocukluk… Özellikle yası tutulmayan kayıplarımızın daha sarsıcı biçimlerde kendini hissettirdiğini görürüz. İlk günlerde çok yoğun bir şekilde bu kaybedilenle ilişki içinde kalırız. Cenaze ritüelleri, rüyalar, hayatı durdurma, sadece o taşıdığımız temsille yaşama ihtiyacı gibi bileşenleri vardır. Vamık Volkan’ın tasviriyle, yas tutmak demek bu temsille çok hareketli bir ilişkiye girip, daha sonra eğer her şey normal giderse sürecin sonunda, ‘artık sana allahaısmarladık diyorum, artık ilişkimizi yavaşlatıyoruz’ diyebilmektir. Yani yasın sonu, kaybedilenin zihinsel temsiliyle (aklımızda tuttuğumuz haliyle) bir nevi vedalaşmadır. Vedalaşmayı yapamamak, yas ve melankoli arasındaki farkı doğurur. Freud’un başlıca makalelerinden olan ‘Yas ve Melankoli’de açıkladığı gibi…
Şu an ne yazık ki alıştığımız usülde gerçekleştirilemeyen cenazeler, dua ritüelleri ve paylaşımlar yas tutmayı zorlaştırıyor. Toplumların yaşadığı büyük travmalar sonrasında inşa ettiği anıtları ve temsili mezarları hatırlatan Volkan, bize önemli bir ipucu veriyor. Kaybettiğimiz ama bu süreçleri yaşayamadığımız kişiler için hissettiğimiz ne varsa, bunları simgeleştirerek belki bir nesne veya bir yer aracılığıyla uygun zaman gelince (pandemi sonrası) temas etmek çok önemli. Nasıl ki naaşı bulunamayan onlarca insan adına demirden, mermerden ve bolca keder, öfke, üzüntü ve yasla dolu bir anıt yapılıyorsa, hiç şüphesiz bizim de kayıplarımızın temsillerini inşa etmeye ihtiyacımız var.
Volkan’ın “İnsanın yas tutmanın bir yolunu bulmalıdır” sözleriyle bu yazıyı bitirirken, ’Kozmik Kahkaha’, ‘Atlarla Yaşayan Kadın’ gibi kıymetli pek çok eseri bulunan biliminsanımızın özellikle kayıplara dair yazdığı bir okuma önerisi olarak ‘Kayıptan Sonra Yaşam’ adlı kitabını da hatırlatmış olalım.